SAHTE DEĞERLER

Çok temel bir şeyin hatırlanması gerekiyor: İnsan sahte değerler yaratma konusunda çok kurnazdır. Gerçek değerler senin tüm varlığını talep eder. Sahte değerler çok ucuzcudur. Gerçek gibi görünürler ama onlar senin tüm varlığını talep etmez; sadece yüzeysel bir formalite yeter onlara.

Mesela; sevginin, güvenin yerine sahte bir değer yarattık; sadakat. Sadık insan sevgiyle sadece yüzeysel olarak ilgilidir. Sürekli sevgi davranışlarında bulunur ama bunlar bir anlam ifade etmez. Kalbi davranışlarının dışında kalır.

Bir köle sadıktır ama sence köle olmuş biri, insanlığı aşağılanmış biri, bütün gururu ve büyüklüğü elinden alınmış biri, kendine o kadar zarar vermiş olan insanı sevebilir mi? Ondan nefret etmektedir, fırsatı olsa onu öldürecektir! Ama yüzeyde sadık kalır: mecburen. Mutlulukla değil, korkuyla. Sevgisinden değil, sahibine sadık olmalısın diye koşullanmış zihin yüzünden. Köpeğin sahibine olan sadakatidir bu.

Sevginin daha tam bir yanıta ihtiyacı vardır. Görevden değil, kendi kalp atışlarından kaynaklanır o, kendi mutluluk deneyiminden, onu paylaşma arzundan. Sadakat çirkin bir şeydir. Ama binlerce yıldır çok saygı duyulan bir değerdir çünkü toplum insanları çeşitli yollarla köleleştirdi. Kadın kocasına sadık olmalıdır; öyle ki Hindistan'da bugüne kadar milyonlarca kadın kocasının ölmesiyle birlikte ölmüştür, cenaze ateşine atlayıp diri diri yanarak. Bu öylesine saygı duyulan bir şeydi ki, bunu yapmayan kadın hayatı boyunca lanetlenirdi. Neredeyse toplum dışı kalırdı, kendi ailesinden hizmetçi muamelesi görürdü. Kocasıyla ölemediği için, sadık olmadığına karar verilirdi.

Aslında bir de tam tersini düşün: Tek bir adam bile karısının cenaze ateşine atlamadı! Ve hiç kimse "Yani hiçbir koca karısına sadık değil miydi?" sorusunu sormadı. Ama toplum çifte standartlıdır. Bir standart sahip için, efendi içindir; diğeri de köle için.

Sevgi tehlikeli bir deneyimdir çünkü senden daha büyük olan bir şey tarafından ele geçirilirsin. Sevgi kontrol edilemez, ısmarlamayla ortaya çıkmaz. Bir kere yok olduğunda da geri getirmenin yolu yoktur. Ancak rol yapabilirsin, ikiyüzlülük yapabilirsin.

Sadakat tümüyle başka bir şeydir. Senin zihnin tarafından üretilir, seni aşan bir şey değildir. Belli bir kültürün eğitimidir, herhangi bir eğitim gibidir. Rol yapmaya başlarsın ve yavaş yavaş kendi rolüne inanırsın. Sadakat der ki; daima, hayatta ve ölümde, kendini birine adamalısın, kalbin bunu istese de istemese de. Psikolojik bir köleleştirme yöntemidir.

Sevgi özgürlük getirir. Sadakat kölelik getirir. Görünüşte benzerler; derinde ise tam zıttırlar, tamamen zıt. Sadakat rol yapmaktır; onun için eğitildin. Sevgi çılgındır; bütün güzelliği çılgınlığındadır. Nefis kokulu bir meltem gibi gelir, kalbini doldurur ve birden çölün olduğu yerde çiçeklerle dolu bir bahçe belirir. Ama nerden geldiğini bilmezsin ve onu getirmenin mümkün olmadığını da bilmezsin. Kendiliğinden gelir ve varoluş istediği sürece kalır. Ve tıpkı günün birinde bir yabancı gibi, konuk gibi nasıl geldiyse, başka bir gün de aniden gider. Ona yapışmanın, onu tutmanın yolu yoktur.

Toplum böylesi öngörülmez, güvenilmez deneyimlere yaslanamaz. O garantiler, güvenceler ister; o yüzden sevgiyi hayattan tümüyle çekmiş ve yerine evliliği koymuştur. Evlilik sadakati tanır, kocaya sadakati çünkü bu resmi bir şeydir ve elindedir... ama sevgiyle karşılaştırınca hiçbir şeydir; sevgi okyanusunun yanında bir çiğ damlası bile değildir.

Ama toplum onunla çok mutludur çünkü ona güvenilir. Koca sana güvenebilir; yarın da bugün olduğun kadar sadık olacağına. Sevgiye güvenilemez; en garip olan şey, sevginin en büyük güven olmasına rağmen ona güvenilemez olmasıdır. Sevgi şu an için mutlaktır ama sonraki an açık kalır. Senin içinde de büyüyebilir; senden dışarı da buharlaşabilir. Koca hayatı boyunca kölesi olacak bir kadın ister. Sevgiye güvenemez; sevgiye benzer görünen ama insan zihni tarafından imal edilmiş bir şey yaratmalıdır.

Sadece sevgi ilişkisinde değil, başka yaşam alanlarında da sadakate büyük saygı duyulmuştur. Ama o, zekâyı yok eder. Askerin milletine sadık olması gerekir. Hiroşima ve Nagazaki'yi bombalayan adam; onu sorumlu tutamazsın çünkü sadece görevini yapmıştır. Emir almıştır ve üstlerine sadık kalmıştır; orduların eğitimi budur. Yıllarca seni öyle eğitirler ki, başkaldırma yeteneğin nerdeyse hiç kalmaz. Senden istenenin tümüyle yanlış olduğunu görsen bile, eğitimin öyle derine inmiştir ki, "Evet efendim, yapacağım" dersin.

Hiroşima ve Nagazaki'yi bombalayan adamın bir makine olduğunu düşünemiyorum. Onun da bir kalbi vardı, senin gibi. Karısı, çocukları vardı, yaşlı annesi ve babası da. Sen ne kadar insansan, o da o kadar insandı, tek farkla: Emirleri sorgulamadan yerine getirmek için eğitilmişti ve emir verilince, basitçe yerine getirdi.

Onun zihni hakkında tekrar tekrar düşündüm. Bu bombanın iki yüz bin kişiyi öldüreceğini düşünmemiş olması mümkün mü? "Hayır! İki yüz bin insanı öldürme emrini yerine getirmektense komutan tarafından öldürülmek daha iyidir" diyemez miydi? Belki bu fikir hiç aklına gelmedi.

Ordu sadakat yaratmak üzere çalışır. Küçük şeylerle başlar. İnsan merak eder askerlerin senelerce neden resmi geçit yapıp aptalca emirler uyguladığını – sola dön, sağa dön, geri dön, ileri marş – saatlerce, hiçbir amaç olmadan. Ama gizli bir amaç var. Zekâsı yok ediliyor. Robot haline getiriliyor. "Sola dön" emri verilince zihin nedenini sormasın diye. Birisi sana "sola dön" dese "Bu saçmalık ne? Niye sola döneyim? Ben sağa gidiyorum" dersin. Ama askerin şüphe duymaması, sormaması gerekir; sadece yerine getirmesi gerekir. Sadakat için temel koşullanma budur.

Askerlerin insan gibi değil makine gibi davranacak kadar sadık olmaları, krallar ve komutanlar için iyidir. Çocuğun sadık olması anne-babası için rahatlıktır çünkü asi bir çocuk problem yaratır. Anne-baba haksız, çocuk haklı olabilir ama onlara sadık kalmak zorundadır. Bugüne kadar insan böyle eğitildi.

Ben sana sadakati olmayan ama onun yerine zekâsı, merakı, hayır deme yeteneği olan yeni insanı öğretiyorum. Bana göre hayır deme yeteneğin yoksa, evetinin de bir anlamı yoktur. Eveti sadece plaktan tekrarlıyorsun; başka bir şey yapamazsın, evet demek zorundasın çünkü içinden hayır yükselmiyor.

Eğer insanları daha fazla zekâ sahibi olmaları için eğitseydik hayat ve uygarlık tümüyle farklı olurdu. Savaşlar olmazdı çünkü insanlar "Neden? Niye masum insanları öldürelim?" diye sorardı. Ama onlar bir ülkeye sadık, sen başka bir ülkeye sadıksın ve iki ülkenin politikacıları savaşıyor ve insanları ölüme gönderiyor. Politikacılar savaşmayı bu kadar seviyorsa güreşsinler, insanlar da onları futbol maçı seyreder gibi seyretsin.

Ama krallar ve politikacılar, devlet başkanları ve başbakanlar savaşa gitmez. Basit insanlar, öldürmekle hiç işi olmayanlar, öldürmek ve ölmek için savaşa gider. Sadakatleri için ödüllendirilirler; insanlık dışı, aptal, mekanik oldukları için Victoria nişanı ya da başka türden bir ödül verilir onlara.

Sadakat bütün bu hastalıkların birleşiminden başka bir şey değildir: inanç, görev, saygınlık. Hepsi ego için besindir. Hepsi ruhsal gelişime aykırıdır ama ortak yatırımlara hizmet eder. Din adamları inanç sistemi hakkında soru sormanı istemezler çünkü verecek cevapları yoktur. Bütün inanç sistemleri öyle sahtedir ki sorgulandıkları anda yıkılırlar. Sorgulanmadıklarında milyonlarca insanı hizada tutan dinler yaratırlar. Şimdi, papanın sözünü dinleyen milyonlarca insan var ve biri bile "Bakire bir kız nasıl çocuk doğurabiliyor?" diye sormuyor. Bu kutsallığa aykırı olur! Milyonlarca kişinin içinden biri bile "İsa'nın Tanrı'nın tek oğlu olduğuna dair kanıt var mı? Bunu herkes iddia edebilir. İsa'nın insanları sefaletten kurtardığına dair kanıt var mı? Kendini bile kurtaramamış" demiyor. Böyle sorular utandırıcı olur, o yüzden sorulmazlar. Tanrı'nın kendisi bile bir hipotezdir, dindar insanlar onu binlerce yıldır kanıtlamaya çalışmaktadır... her türden kanıt, ama hepsi havada, maddeleri yok, varoluştan destek almazlar. Ama kimse soruyu sormaz.

Hayatlarının ilk gününden itibaren insanlar içine doğdukları inanç sistemine sadık olmak için eğitiliyor. Din adamları için, politikacılar için seni sömürmek kazançlı; kocalar için karılarını sömürmek kazançlı, anne-babalar için çocuklarını sömürmek kazançlı, öğretmenler için öğrencilerini sömürmek kazançlı. Ortak yatırımlar için sadakat bir gereklilik. Ama insanlığın tümünü geri zekâlılığa sürüklüyor. Sorgulamaya izin vermiyor. Şüpheye izin vermiyor. İnsanların zeki olmalarına izin vermiyor. Ve bir şeyin yanlış olduğunu hissettiği zaman şüphelenme, sorgulama, hayır deme yeteneği olmayan bir insan, insanlığın aşağısına düşmüştür; insan altı bir hayvan haline gelmiştir.

Sevgi talep edildiği zaman sadakate dönüşür. Sevgi istenmeden verildiği zaman armağandır. O zaman bilincini yükseltir. Senden güven isteniyorsa köleleştiriliyorsun demektir. Ama güven senin içinde büyüyorsa, kalbinin içinde insan ötesi bir şey büyüyor demektir. Fark çok küçük ama çok önemli: İstendiği ya da emredildiği zaman sevgi ve güven sahte olur. Kendiliğinden yükseldikleri zaman muhteşem bir içsel değeri vardır. Seni köleleştirmezler, kendinin efendisi haline getirirler; çünkü o senin sevgin, senin güvenindir.

Kendi kalbini izliyorsun. Başkasını değil, izlemek zorunda bırakılmıyorsun. Sevgin özgürlüğünden doğuyor. Güvenin büyüklüğünden doğuyor ve ikisi de seni daha zengin bir insan haline getirecek.

Benim yeni insanlık görüşüm bu. İnsanlar sevecek ama sevginin emredilmesine izin vermeyecek. Güvenecekler ama kendilerine göre; kutsal yazılara göre, sosyal yapılara göre, din adamlarına göre, politikacılara göre değil.

Hayatını kendi kalbine göre yaşamak, onun atışını izlemek, tıpkı sonsuz bir özgürlükle güneşin altında uçan kartal gibi, bilinmeyene doğru, sınır tanımadan... bu emredilemez. Onun kendi mutluluğu bu. Bu, insanın kendi ruhsallığının eseri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder