BİR MEDİTASYON TEKNİĞİ

Bu yöntem ve pek çok diğer yöntem, Osho'nun "Sırlar Kitabı"nda yer almaktadır.

Her insanın bilincini, kendi bilincin olarak hisset.

Böylece, kendinle ilgilenmeyi bir yana bırakarak, her varlık haline gel.

Her insanın bilincini kendi bilincin olarak hisset. Aslında zaten böyle ama böyle hissedilmiyor. Kendi bilincini kendinin olarak hissediyorsun ve başkalarının bilincini ise hiç hissetmiyorsun. En iyi ihtimalle, başkalarının da bilinçli olduğunu çıkarıyorsun. Sen bilinçli olduğuna göre, senin gibi başka varlıkların da bilinçli olduğunu çıkarıyorsun. Bu mantıksal bir çıkarsama; onların bilinçli olduğunu hissetmiyorsun. Tıpkı başın ağrıdığında olduğu gibi; baş ağrını hissedersin, onun bilinci vardır sende. Ama başkasının başı ağrıdığı zaman onun baş ağrısını hissedemezsin. Sadece söylediği şeyin gerçek olduğunu ve sendeki gibi bir şey olduğunu çıkarırsın. Ama onu hissedemezsin.

Hissetmek, ancak diğerlerinin bilinçlerinin bilincine varırsan gelebilir. Yoksa mantıksal bir çıkarsama olur. İnanırsın, güvenirsin ki diğerleri dürüstçe konuşmaktadır ve söyledikleri inanmaya değerdir; çünkü benzer deneyimlere sahipsindir. Başkası hakkında hiçbir şey bilemeyeceğini, bunun mümkün olmadığını söyleyen mantıksal bir ekol de vardır. En fazla bir çıkarsama yapılabilir ama başkası hakkında kesin hiçbir şey bilinemez. Diğerlerinin senin gibi acı çektiğini, senin gibi endişeleri olduğunu nasıl bilebilirsin? Diğerleri ordadır ama içlerine giremeyiz, sadece yüzeylerine dokunabiliriz. İç varlıkları bilinmez kalır. Kendi içimizde kapalı kalırız.

Çevremizdeki dünya hissedilmiş bir dünya değil; mantıksal, rasyonel olarak çıkarsanmış bir dünya. Zihin onun orada olduğunu söyler ama kalbe dokunmamıştır o. O yüzden başkalarına insanlar yerine nesnelermiş gibi davranırız. İnsanlarla ilişkimiz nesnelerle nasılsa öyledir. Bir adam karısına sanki bir nesneymiş gibi davranır: Ona sahip çıkar. Kadın da kocasına tıpkı bir nesneymiş gibi sahip çıkar. Eğer diğerine insan gibi davransaydık onlara sahip çıkmaya çalışmazdık; çünkü sadece nesnelere sahip çıkılabilir.

İnsan özgürlük demektir. İnsan sahiplenilemez. Onu sahiplenmeye çalışırsan, onu öldürürsün, bir nesneye dönüşür. Diğeriyle ilişkimiz, "ben-sen" ilişkisi değil; derinlerde "ben-bu" ilişkisi. Diğeri sadece maniple edilecek, kullanılacak, sömürülecek bir şey. O yüzden sevgi giderek imkansızlaşıyor; çünkü sevgi, diğerini bir insan olarak, bilinçli bir varlık olarak, bir özgürlük olarak, senin kadar değerli bir şey olarak görmektir.

Her şeye bir nesneymiş gibi davranırsan, o zaman sen merkezsindir ve nesneler de sadece kullanılmak içindir. İlişki faydacı bir şeye dönüşür. Nesnelerin kendi içlerinde değerleri yoktur; değerleri senin onları kullanabilmenden gelir; senin için var olurlar. Evinle böyle ilişki kurabilirsin; ev senin için vardır. O bir gereçtir. Otomobil senin için vardır ama karın senin için var olmaz, kocan senin için var olmaz. İnsan kendisi için vardır; insan olmanın anlamı budur. Eğer onun insan olmasına izin verirsen ve bir şey olmaya indirgemezsen yavaş yavaş onu hissetmeye başlarsın. Aksi halde hissedemezsin. İlişkin kavramsal, entelektüel, zihinden zihne, kafa kafaya bir ilişki olarak kalır; ama kalp kalbe olmaz.

Bu teknik der ki: Her insanın bilincini, kendi bilincin olarak hisset. Bu zor olacak çünkü önce o insanı bir insan olarak hissetmen gerekir, bilinçli bir varlık olarak. O bile zordur.

İsa der ki, "Komşunu, kendini sevdiğin gibi sev." Bu da aynı şey; ama önce diğerinin senin için bir insan olması gerek. Kendi adına var olmalı, sömürülmemeli, maniple edilmemeli, faydalanılmamalı; bir araç olmamalı, kendi sonucu olmalı. Öncelikle diğeri bir insan olmalı; diğeri bir 'sen' olmalı, senin kadar değerli olmalı. Ancak o zaman bu teknik uygulanabilir. Her insanın bilincini, kendi bilincin olarak hisset. Önce diğerinin bilinçli olduğunu hisset, o zaman bu mümkün olabilir; diğerinin de seninle aynı bilince sahip olduğunu hissedebilirsin. Gerçekten, 'diğeri' yok olur, sadece seninle onun arasında bir bilinç akar. Bir bilincin, bir akımın iki kutbuna dönüşürsünüz.

Derin sevgide; iki insanın, iki olmaması gerçekleşir. İkisinin arasında bir şey oluştu ve iki kutba dönüştüler. İkisinin arasında bir şey akıyor. Bu akım orada olduğunda mutlusundur. Eğer sevgi mutluluk verirse sadece bu yüzden mutluluk verir: İki insan, sadece bir an için egolarını kaybederler. 'Diğeri' yok olur ve sadece bir an için birlik var olur. Bu olduğunda kendinden geçersin, coşarsın, cennettesindir. Sadece bir an ve bu dönüştürücü olabilir.

Bu teknik der ki bunu her insanla yapabilirsin. Aşkta bunu tek insanla yapabilirsin ama meditasyonda bunu her insanla yapmalısın. Yanına kim gelirse gelsin sadece onun içinde eri ve iki yaşam değil, akan tek bir yaşam olduğunuzu hisset. Bir kere nasıl yapacağını bilince, bunu bir kere yapınca, çok kolaylaşır. Başlangıçta imkânsız görünür çünkü egolarımıza çok saplanmış durumdayız. Onu kaybetmek, akış olmak zordur. O yüzden başlangıçta fazla korkmadığın bir şeyle başlaman iyi olur.

Bir ağaçtan daha az korkarsın, o yüzden daha kolay olur. Bir ağacın yanında otururken ağacı hisset ve onunla bir olduğunu hisset; içinde bir akış olduğunu, bir iletişim olduğunu, bir diyalog, bir erime olduğunu hisset. Akan bir nehrin yanında otururken akışı hisset, nehirle senin bir olduğunu hisset. Gökyüzünün altında yatarken, gökyüzünün ve senin bir olduğunu hisset. Başlangıçta sadece hayal etmiş olacaksın ama yavaş yavaş hayal gücün kanalıyla gerçeğe dokunduğunu hissedeceksin.

Ve sonra bunu insanlarla dene. Başlangıçta zordur çünkü korku vardır. İnsanları şeylere indirgemiş olduğun için birinin sana bu kadar yakın olmasına izin verirsen onun da seni bir şeye indirgemesinden korkarsın. Korku budur. O yüzden kimse fazla yakınlığa izin vermez: Her zaman bir boşluk bırakılır ve korunur. Çok yakınlık tehlikelidir çünkü diğeri seni bir nesneye dönüştürebilir, sana sahip çıkmaya çalışabilir. Korku budur. Diğerlerini nesnelere dönüştürmeye çalışıyorsun ve diğerleri de seni bir nesneye dönüştürmeye çalışıyor ve kimse bir nesne olmak istemez, kimse bir alet olmak istemez, kimse kullanılmak istemez. Bu en aşağılayıcı olgudur; sadece bir şey için bir alete indirgenmek, kendi içinde değer verilmemek. Ama herkes bunu dener. Bu yüzden de derin bir korku vardır ve bu tekniğe insanlarla başlamak zordur.

O yüzden bir nehirle başla, bir tepeyle, yıldızlarla, gökyüzüyle, ağaçlarla. Bir kere ağaçla bir olduğunda ne olduğunun duygusunu tanıyınca; bir kere nehirle bir olduğunda ne kadar mutlu olduğunu bilince, nasıl hiçbir şey kaybetmeden bütün varoluşu kazandığını anlayınca; o zaman bunu diğer insanlarla deneyebilirsin. Ve eğer bir ağaçla, bir nehirle bu kadar mutlu oluyorsan bir insanla ne kadar mutlu olacağını hayal bile edemezsin; çünkü bir insan daha yüksek bir olgudur, daha gelişmiş bir varlıktır. Bir insanla daha yüksek deneyim zirvelerine ulaşabilirsin. Bir kayayla bile kendinden geçebiliyorsan bir insanla ilahi bir kendinden geçme hissedebilirsin.

Ama çok korkmadığın bir şeyle başla, ya da sevdiğin bir insanla – bir dost, bir sevgili – korkmadığın biriyle, korkusuzca gerçekten yakın olabileceğin biriyle, seni bir şeye dönüştürmesinden korkmadan kendini kaybedebileceğin biriyle. Senin için böyle biri varsa bu tekniği dene. Bilinçli olarak kendini onda kaybet. Kendini bilinçli olarak birinde kaybettiğin zaman o insan da kendini sende kaybeder; sen açık olduğunda ve diğerine aktığında diğeri de sana akmaya başlar ve derin bir buluşma, birleşme olur. İki enerji birbirinde erir. Bu durumda ego yoktur, birey yoktur; yalnızca bilinçlilik. Ve eğer bu bir insanla mümkünse bütün evrenle de mümkündür. Azizlerin kendinden geçme, samadhi dedikleri şey bir insanla evren arasındaki derin aşktan başka bir şey değildir.

Her insanın bilincini kendi bilincin olarak hisset. Böylece, kendinle ilgilenmeyi bir yana bırakarak her varlık haline gel. Ağaç ol, nehir ol, karın ol, kocan ol, çocuk ol, anne ol, dost ol; bu, hayatın her anında yapılabilir. Ama başlangıçta zordur. O yüzden her gün en azından bir saat yap bunu. O saatte çevrenden ne geçerse geçsin o ol. Bunun nasıl olabildiğini merak edeceksin; nasıl olabildiğini bilmenin başka yolu yok; alıştırma yapman gerek.

Ağaçla otur ve ağaç olduğunu hisset. Ve rüzgâr esip de bütün ağaç sarsılmaya, titremeye başlayınca, o sarsılma ve titremeyi içinde hisset; güneş doğup da bütün ağaç canlandığında o canlılığı içinde hisset; yağmur yağıp da ağacın uzun sürmüş bekleyişi, susuzluğu dindiğinde, ağaç tam olarak doyduğunda, o doymuşluğu ağaçla hisset; işte o zaman bir ağacın gizli ruh hallerinin, nüanslarının farkına varmış olursun.

O ağacı yıllardır görüyorsun ama ruh hallerini bilmiyorsun. Bazen mutlu, bazen de mutsuz. Bazen kederli, endişeli, sıkıntılı; bazen çok mutlu, coşkulu. Ruh halleri var. Ağaç canlı ve hissediyor. Ve eğer onunla bir olursan onu hissedersin. Ağaç genç mi, yaşlı mı; hayatından memnun mu, mutsuz mu; varoluşa âşık mı, değil mi; öfkeli mi, kızgın mı, ters mi; şiddetli mi, şefkatli mi hissedersin. Sen her an nasıl değişiyorsan ağaç da değişiyor; eğer onunla derin bir bağ, bir empati kurabilirsen.

Empatinin anlamı, onunla gerçekten bir olacak kadar derin bir bağ kurabilmektir. Ağacın ruh halleri senin ruh hallerin olur. Ve sonra bu daha, daha, daha derinleştiğinde ağaçla konuşabilir, iletişim kurabilirsin. Bir kere ruh hallerini tanıdığında dilini anlamaya başlarsın ve ağaç zihnini seninle paylaşır. Acılarını ve coşkularını paylaşır.

Bu bütün evrenle de olabilir. Her gün en azından bir saat bir şeyle empati kurmaya çalış. Başlangıçta kendine aptal gibi görüneceksin. "Nasıl bir aptallık yapıyorum?" diye soracaksın kendine. Etrafına bakacaksın ve eğer biri seni görür ya da ne yaptığını anlarsa delirdiğini düşünecek gibi hissedeceksin. Ama sadece başlangıçta. Bir kere bu empati dünyasına girince; sana bütün dünya delirmiş görünecek. Gereksiz yere ne çok şey kaçırıyorlar. Hayat ne kadar bollukla veriyor ve onlar bunu kaçırıyor. Kaçırıyorlar çünkü kapalılar: Hayatın içlerine girmesine izin vermiyorlar. Ve ancak sen hayata birçok, pek çok yoldan, birçok yöntemle, pek çok boyuttan girersen, hayat senin içine girebilir. Her gün en azından bir saat empatiyle yaşa.

Her dinin başlangıcında duanın anlamı buydu. Duanın anlamı evrenle ilişkili olmak, evrenle derin iletişim halinde olmaktı. Dua ederken Tanrı'yla konuşursun; Tanrı, bütünlük demektir. Bazen Tanrı'ya kızgın olabilirsin, bazen şükran duyarsın ama kesin olan tek şey vardır: İletişim halindesin. Tanrı zihinsel bir kavram değildir; derin, çok yakın bir ilişki haline gelmiştir. Duanın anlamı budur.

Ama dualarımız kirlendi çünkü varlıklarla nasıl ilişki kuracağımızı bilmiyoruz. Ve eğer varlıklarla ilişki kuramıyorsan, Varlık'la da iletişim kuramazsın – büyük V ile Varlık – mümkün değildir bu. Bir ağaçla iletişim kuramıyorsan, bütün varoluşla nasıl iletişim kuracaksın? Ve eğer ağaçla iletişim kurarken kendini aptal gibi hissediyorsan, Tanrıyla konuşurken daha da aptal hissedersin.

Dua halinde bir zihin için her gün bir saatini ayır ve duan sözel bir ilişki olmasın. Hissettiğin bir şey olsun. Kafanla konuşmak yerine, hisset onu. Git ve ağaca dokun, ağaca sarıl, ağacı öp; gözlerini kapa ve sanki sevgilinmiş gibi ağaçla birlikte ol. Hisset onu. Ve kısa zamanda kendini kenara koymanın ne anlama geldiğini anlayacaksın, diğeri olmanın ne anlama geldiğini.

Her insanın bilincini, kendi bilincin olarak hisset. Böylece, kendinle ilgilenmeyi bir yana bırakarak, her varlık haline gel.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder