GERÇEK OL

Dürüst olmak hakiki olmaktır; gerçek olmak sahte olmamak, maske kullanmamaktır. Gerçek yüzün her neyse, ne pahasına olursa olsun onu göster.

Unutma, bu başkalarının maskelerini düşürmen gerekiyor anlamına gelmez; onlar yalanlarıyla mutlu iseler bu onların kararıdır. Gidip başkaların maskelerini düşürmeye çalışma çünkü insanlar genelde böyle düşünür –gerçek olmalıyım, sahici olmalıyım derler– asıl bahsettikleri şey gidip başkalarını soymak zorunda olduklarıdır. "Niye kendini saklamaya çalışıyorsun? Bu giysilere gerek yok" derler. Hayır. Lütfen hatırla. Sen kendine karşı dürüst ol. Dünyadaki başka hiçbir insanı ıslah etmen gerekmiyor. Eğer kendin büyüyebilirsen bu yeterli. Başkalarına öğretmeye çalışma, kimseyi düzeltmeye çalışma, başkalarını değiştirmeye çalışma. Eğer sen değişirsen bu mesaj yeterlidir.

Gerçek olmak kendi özüne bağlı kalmaktır. Nasıl gerçek kalınır? Üç şeyi hatırlamak gerekir. Bir; başkalarının sana ne olman gerektiğine ilişkin söylediklerine asla kulak asma. Her zaman ne olmak istediğini, kendi iç sesini dinle. Yoksa bütün hayatın boşa gider. Annen mühendis olmanı ister, baban doktor olmanı ve sen şair olmak istersin. Ne yapmalı? Elbette anne haklı çünkü mühendis olmak ekonomik açıdan daha akıllıca. Baba da haklı çünkü doktor olmak piyasa açısından daha değerli. Şair olmak? Delirdin mi? Çıldırdın mı? Şairlerden herkes nefret eder. Kimse istemez onları. Onlara ihtiyaç yok, dünya şiirsiz de varolabilir; sırf şiir yok diye sorun çıkacak falan değil. Dünya mühendisler olmadan var olamaz, dünyanın mühendislere ihtiyacı var. Eğer ihtiyaç duyuluyorsan değerlisin demektir. İhtiyaç duyulmuyorsan değerin de yoktur.

Ama sen şair olmak istiyorsan şair ol. Belki dilenci olursun; güzel. Çok zengin olmayabilirsin ama dert etme. Çünkü aksi halde belki büyük bir mühendis olursun, çok para kazanabilirsin; ama asla doyuma ulaşamazsın. Özlemle yaşarsın; varlığın için için şair olma özlemi çeker.

Büyük bir bilim adamına, Nobel'le ödüllendirilen bir cerraha sormuşlar: "Nobel ödülünü alınca pek de mutlu görünmediniz. Sorun neydi?" O da demiş ki: "Ben her zaman dansçı olmak istemiştim. Aslında cerrah olmak istememiştim. Ama şimdi sadece cerrah olmadım, üstelik çok da başarılı bir cerrah oldum ve bu bir yük. Ben sadece dansçı olmak istemiştim ve şimdi, hâlâ çok kötü dans ediyorum; bu da bana acı veriyor. Birini dans ederken görünce kendimi berbat hissediyorum, cehennemdeymişim gibi. Bu Nobel ödülünü ne yapacağım? Dansın yerine geçemez, bana dansı veremez."

Unutma, iç sesine bağlı kal. Seni tehlikeye yöneltebilir; o zaman tehlikeye gir ama iç sesine bağlı kal. Ancak o zaman günün birinde mutlulukla dans edeceğin bir duruma gelebilirsin.

Her zaman şunu gözet: Senin varlığın her şeyden önce gelir. Başkalarının seni kullanmalarına ve kontrol etmelerine izin verme. Ve onlardan çok var; herkes seni kontrol etmeye ve değiştirmeye hazır, sen hiç istemediğin halde sana yön göstermeye hazır. Herkes sana hayatın için bir rehber vermeye çalışıyor. Rehber senin içinde, gerçek planı sen içinde taşıyorsun.

Gerçek olmak kendine sadık kalmaktır. Çok tehlikeli bir şey bu, çok az insan bunu yapabilir. Ama bunu kim yaparsa, onu elde eder. Tahmin edemeyeceğin kadar büyük bir güzellik, zarafet, mutluluk elde eder.

Herkes hayal kırıklığına uğramış görünüyor çünkü hiçbiri iç sesini dinlemedi. Bir kızla evlenmek istedin ama Müslümandı ve sen bir Hindusun; annenle baban izin vermedi. Toplum kabul etmezdi, tehlikeliydi. Kız yoksuldu, sen zengindin, o yüzden zengin bir kızla evlendin, herkes kabul etti; bir tek senin kalbin kabul edemedi. Bu yüzden de şimdi çirkin bir hayatın var. Fahişelere gidiyorsun ama onlar bile yardım edemiyor, zaten sen de hayatını para için sattın, bütün hayatını harcadın.

Her zaman iç sesini dinle, başka bir şeyi de dinleme. Etrafında bin bir türlü ayartıcı var çünkü her insan bir şeyler satıyor. Bu dünya bir pazar yeri ve herkes sana bir şey satmaya çalışıyor. Herkes bir satıcı. Çok fazla sayıda satıcıyı dinlersen seni delirtirler. Kimseyi dinleme. Sadece gözlerini kapa ve içerdeki sesi dinle. Meditasyon budur: içerdeki sesi dinlemek. İlk önce bu var.

İkinci olarak da –ancak ilkini yaptıysan bu ikinci mümkün olur– asla maske kullanma. Kızgınsan kızgın ol. Riskli olabilir bu belki, ama gülümseme, çünkü bu gerçek olmaz. Sana hep öfkeliysen bile gülümsemen öğretildi, ama o zaman gülüşün sahte olur, bir maske; dudaklarındaki bir hareket, başka bir şey değil. Kalbin öfkeyle, zehirle dolu ve dudaklar gülümsüyor; tümüyle sahtelik.

Bu durumda başka bir şey de olur; gülümsemek istediğinde de gülümseyemezsin. Bütün mekanizman şaşırdı çünkü kızmak istediğinde kızmadın, nefret etmek istediğinde nefret etmedin. Şimdi sevmek istiyorsun; bir de fark ettin ki, mekanizma işlemiyor. Şimdi gülümsemek istediğinde zorlanıyorsun. Aslında kalbin gülüşle dolu, kahkaha atmak istiyorsun ama gülemiyorsun. Kalbinde bir şey boğuluyor, boğazında bir şey düğümleniyor. Gülümseme gelmiyor ve gelse bile, soluk ve ölü bir gülüş. Seni mutlu etmiyor, içini baloncuklarla doldurmuyor. Etrafında ışıldamıyor.

Kızmak istediğinde kız. Kızgın olmak yanlış bir şey değil. Gülmek istiyorsan gül. Yüksek sesle gülmek yanlış bir şey değil. Yavaş yavaş sistemin çalışmaya başladığını göreceksin. Gerçekten çalıştığında göreceksin ki, bir sesi var. Tıpkı iyi çalışan bir otomobilin sesi gibi. Otomobili seven bir sürücü o anda her şeyin iyi gittiğini bilir; organik bir bütünlük vardır, mekanizma iyi çalışmaktadır.

Görebilirsin bunu; ne zaman bir insanın mekanizması iyi çalışsa çevresinde bu sesi hissedebilirsin. Yürürken adımlarında bir dans olur. Konuşurken sözcüklerinde gizli bir şiir duyulur. Sana baktığında, gerçekten bakar; ılık değildir, sıcaklığı hissedersin. Dokunduğunda gerçekten dokunur; enerjisinin sana geçtiğini hissedersin, hayat akımının yer değiştirdiğini... çünkü mekanizması iyi işlemektedir.

Maske kullanma; aksi halde mekanizmada bozukluklar, kilitlenmeler yaratırsın. Bedeninde bir sürü düğüm var. Öfkesini bastıran bir insanın çenesi kilitlenir. Bütün öfkesi çenesine kadar yükselir ve orada kalır. Elleri çirkinleşir, bir dansçınınkiler gibi zarif hareket etmezler, hayır; çünkü öfke parmaklara gelir ve kilitlenir. Unutma öfkenin iki serbest kalma noktası vardır: dişler ve parmaklar. Bütün öfkeli hayvanlar ya ısırırlar ya da pençe atarlar. Parmaklar ve dişler öfkenin çıkış noktalarıdır.

Öfkesini fazlasıyla bastıran insanların dişlerinde problem çıktığına ilişkin kuşkularım var. Dişler bozuluyor çünkü orda çok fazla enerji var ve hiç serbest kalmıyor. Ve öfkesini bastıran insan daha çok yemek yiyor. Öfkeli insanlar çok yiyor çünkü dişlerin harekete ihtiyacı var. Öfkeli insanlar daha çok sigara içiyor. Öfkeli insanlar daha çok konuşuyor. Saplantılı konuşmacılar çıkıyor ortaya çünkü enerjinin serbest kalması için çenenin harekete ihtiyacı var. Öfkeli insanların elleri de yamuluyor, çirkinleşiyor. Enerji serbest kalsa eller de güzelleşirdi.

Bir şeyi bastırırsan, bedende o duyguyu karşılayan bir yer vardır. Ağlamak istemezsen, gözler parlaklığını yitirir, çünkü göz yaşları gereklidir; çok canlı şeylerdir onlar. Ara sıra ağladığın zaman, iyice içine gir, tamamen bırak kendini, gözyaşları aksın; o zaman gözlerin temizlenir, gözler tazelenir, gençleşir.

O yüzden kadınların gözleri daha güzeldir, çünkü onlar hâlâ ağlayabiliyor. Erkeklerin gözleri güzelliğini kaybetti çünkü erkekler ağlamaz diye yanlış bir fikir var. Küçük bir oğlan ağladığında annesi, babası hemen "Ne yapıyorsun kız gibi öyle?" diye atlıyor. Ne saçmalık. Tanrı erkeğe de kadına da aynı gözyaşı bezlerini vermiş. Erkeklerin ağlamaması gerekseydi gözyaşı bezleri de olmazdı: basit matematik. Niye erkeklerde de kadınlarla tıpatıp aynı gözyaşı bezleri var? Gözlerin ağlamaya ihtiyacı var ve doya doya ağlamak çok güzel bir şey.

Unutma, doya doya ağlamazsan gülemezsin de, çünkü o da aynı şeyin diğer kutbudur. Gülebilen insanlar ağlayabilir de; ağlamayan insanlar gülemez. Bazen çocuklarda görmüşsündür; uzun uzun, yüksek sesle gülünce ağlamaya başlarlar. İkisi birleşir. Bazı anneler çocuklarına "Çok gülme, sonra ağlarsın." der. Bunda doğruluk payı vardır çünkü ikisi aynı enerjidir; sadece farklı kutuplardan çıkıyor. O zaman, ikinci önemli şey: Maske kullanma; ne olursa olsun gerçek ol.

Ve gerçek olmakla ilgili üçüncü şey: Her zaman şimdide kal, çünkü bütün sahtelik ya geçmişten, ya da gelecekten sızar. Geçmiş geçmiştir. Artık onu kafana takma ve yük olarak taşıma. Aksi halde, şimdinin gerçeğini yaşamana izin vermez.

Ve gelecek olan da henüz gelmedi. Boşuna gelecekle kafanı yorma yoksa şu ana gelir ve onu mahveder. Şimdiye sadık kal, o zaman gerçek olursun. Şimdi, burada olmak gerçek olmaktır. Geçmiş yok, gelecek yok; bu an, hepsi bu. Bütün sonsuzluk bu anda.

Bu üç şeyle gerçekliğe ulaşırsın. O zaman her söylediğin gerçek olur. Genellikle gerçeği söylemek için dikkatli olmak gerektiği zannedilir. Ben bunu söylemiyorum. Ben diyorum ki, gerçekliği yarat, o zaman her söylediğin de gerçek olur.

GERÇEK MANTIKLI BİR ŞEY DEĞİLDİR. Gerçek derken mantıklı, rasyonel yöntemlerle ulaşılan bir sonuçtan bahsetmiyorum. Gerçek derken var olmanın gerçekliğinden, olmadığın bir şeyi zorlamamaktan, ne olursa olsun olduğun şey olmaktan, ikiyüzlü olmamaktan bahsediyorum. Kederliysen kederlisindir. O anın gerçeği budur, gizleme bunu. Sahte bir gülümseme takınma çünkü o gülümseme sende bölünme yaratır. İkiye bölünürsün; bir parçan gülümser –ve bu küçük bir parçandır– ama asıl büyük parçan kederli kalır. Şimdi bir bölünme oldu ve bunu tekrar tekrar yapmaya devam edersen...

Öfkeliyken öfkeni göstermiyorsun, bunun imajını bozacağından korkuyorsun çünkü insanlar senin çok şefkatli olduğunu düşünüyor, hiç öfkelenmediğini söylüyor. Bu onların hoşuna gidiyor, senin de egonu okşuyor. Şimdi, öfkelenmek senin güzel imajını bozacak; o yüzden öfkeni bastırıyorsun.

İçersi kaynıyor; ama yüzeyde şefkatli, iyi, nazik, tatlısın. İşte bölünme hali bu. İnsanlar bunu hayat boyu yapıyor; sonra da bu bölünme tamamen yerleşiyor. Yalnızken ve hiç rol yapmaya gerek yokken bile rol yapmaya devam ediyorsun artık doğal bir şey haline gelmiş. İnsanlar tuvaletteyken bile gerçek değiller, tamamen yalnızken bile sahtelik devam ediyor. Artık bu gerçek ya da sahte olma meselesi değil, sadece alışkanlık. Hayat boyu bunun pratiğini yapmışlar ve pratik arttıkça iki bölüm arasındaki mesafe daha da büyüyor.

Artık birleştirilemez hale gelince de adına şizofreni deniyor. Kendi öbür yarınla temas kuramadığın zaman artık nerdeyse iki insan haline geliyorsun: Bu ciddi bir akıl hastalığı. Ama herkes bölünmüş durumda, o yüzden de şizofrenle normal arasındaki fark sadece bir derece meselesi. Ne olduğuna değil, ne kadar olduğuna dayalı bir fark.

Gerçek derken, rol yapmamaktan bahsediyorum. Olduğun gibi ol; bir an kederlisin, sadece o an kederlisin. Ve sonraki an mutlusun, artık kederli kalmanın bir anlamı yok. Çünkü bu da öğretiliyor; tutarlı olmak, tutarlı kalmak. Bilirsin, kederlisindir ve sonra birden keder yok olur ama birden de gülemezsin o anda, çünkü insanlar ne der? Delirdin mi? Biraz önce kederliydin, şimdi birden gülmek ne demek? Ancak delilerle çocuklar yapar bunu, sana yakışmaz. Biraz beklemen lazım ki, belli bir durum olsun, yavaş yavaş rahatla; tekrar gülmeye ancak o zaman başlayabilirsin.

Yani sadece kederliyken gülümser rolü yapman yetmiyor, gülmek istediğin zaman da üzgün görünmelisin çünkü senden tutarlı olman bekleniyor. Aslında her an kendine özgüdür ve hiçbir anın diğeriyle tutarlı olması gerekmez. Hayat bir ırmaktır, ruh halleri sürekli değişir. Tutarlı olacağım diye uğraşmana gerek yok. Tutarlılığı kafasına takan insan sahte olmak zorunda kalır çünkü sadece yalanlar tutarlı olabilir. Gerçek sürekli değişir. Gerçeğin kendi çelişkileri vardır. Bu da onun zenginliğidir, büyüklüğüdür, güzelliğidir.

Kederliysen kederli ol o zaman; suçluluk hissetmeden, iyi ya da kötü diye yargılamadan. İyi-kötü meselesi yok bunda, sadece öyle işte. Ve gittiği zaman da bırak gitsin. Tekrar gülmeye başladığın zaman, "Biraz önce üzgündüm, şimdi nasıl gülebiliyorum?" diye suçluluk hissetme. Gülebilmek için birinin espri yapmasını, buzları kırmasını bekliyorsan, bu da ikiyüzlülüktür. Mutluysan mutlu ol, rol yapmana gerek yok.

Ve unutma, her an atomik bir gerçekliktir. Geçmişe de, geleceğe de bağımlı değildir. Her an atomiktir. Birbirlerini dizi halinde izlemiyorlar, çizgisel değiller. Her anın kendi oluşu var ve sen de o olmalısın, o anda, başka bir şey değil. Gerçek bu anlama gelir işte.

Gerçek hakikattir; gerçek içtenliktir. Gerçek mantıksal değildir. Sahici olmanın ruhsal durumudur, bir ideale uygunluk değildir. Çünkü eğer bir ideal varsa, sahte olursun. Eğer Buda olmak gerçek olmaktır diye düşünüyorsan, hiçbir zaman gerçek olamazsın, çünkü sen Buda değilsin, o zaman Buda olmak için kendini zorlarsın. Buda gibi oturabilirsin, nerdeyse mermerden bir heykel haline gelebilirsin ama içinde hiçbir şey değişmez. Buda sadece bir duruş haline gelir. Eğer bir idealin varsa anın gerçeğini yaşayamazsın çünkü ideal hep ordadır ve ideali taklit etmen gerekir.

Gerçek insanın ideali yoktur. Andan ana yaşar; anda nasıl hissediyorsa öyle yaşar. Ben insanların böyle olmalarını istiyorum; gerçek, sahici, içten, kendi ruhlarına karşı saygılı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder